24 Mart 2012 Cumartesi

ELLİ YAŞ ŞİİRİ




ELLİ YAŞ ŞİİRİ


Ne zaman baksam çevreme elli yıl sonra

Hep aynı gürdüklerim; bir keşmekeş, bir bozuk düzen

Bir lokma ekmek uğruna tükenmesi insanların

Yaşamak ve ölmek için hep aynı neden



Sefil doymazlık:ete, kana, paraya

Öylesi bir açlık ki eksilmeyen, bitmeyen

İnsan, ezebildiğince mutlu insan, oğul

Nereye gidersen git hep o tuzak, o dümen



Küçük hesaplarla kabaran büyük hesaplar

Ve değişmez çığlığı insanoğlunun: Ben, ben, ben!"

Sen yok musun? Onlar yok mu? Biz yok muyuz?

Nereye bu gidiş? Delicesine pupa yelken



Söyle neyi değiştirebilirsin ki tek başına

Yıldırırlar, sustururlar vururlar seni de hemen

Düşler bitmişse, gerçekler bir tokat gibi inmişse

Tek başına mutlu ol bakalım, olabilirsen



En güzeli sevmek diyeceksin insanları tümüyle

Usanmadan, bir şey ummadan, beklemeden

Ver, durmadan ver, eller uzanmış, baksana

Ver ki; kurulsun sofra, başlasın şölen



Bir yanda umutların, düşlerin, düşüncelerin

Bir yanda aldığını geri vermez koca bir evren

Bak! Bütün ağızlar yutmaya hazır seni

Bir noktadan, bir lokmadan başka nesin sen



Dönüp gerilere bakıyorum, bir de kendime

Elli yıl geçmiş, ha gün, ha yarın derken

Değişen birşey yok, bir şaşkın benden başka

İşte aynı yol, aynı kapı, aynı merdiven



Hani nerdeler? Kimi yitmiş kimi gitmiş dostların

Bir ak saçlı anan kalmış yolumu bekleyen

Sabah-öğle-akşam . . . Hep o tekdüze yaşam

Ve kırılmış bir kalple yorulmuş bir beden



İşte böyle geçti yıllar. bozbulanık

Ben sevdim, ben ağladım, başkalarıydı gülen

Ne zaman uzattıysam ellerimi, parçalandı

Mutluluk serseri bir mayındı denizlerimde yüzen



Ümit Yaşar Oğuzcan









18 Mart 2012 Pazar

ÇANAKKALE İÇİNDE AYNALI ÇARŞI



                                                    İhsan OZANOĞLU

ÇANAKKALE İÇİNDE AYNALI ÇARŞI


İlmi çalışmalarıyla beraber Kastamonu Kültür ve Sanatına olan hizmetini folklor araştırmacılığı yönüyle de sürdüren İhsan Ozanoğlu, Kastamonu Yöresine ait türkülerin ve halk müziği ezgilerinin TRT ve Devlet Konservatuvarları arşiv ve repertuarlarına kazandırılması konusunda “kaynak kişi” sıfatıyla emek vermiş ve bu suretle İlimizin kendine özgü folklorik ve kültürel yansımaları olan bu müzik eserlerinin zamanla unutulması ve kaybolmasını da önlemiştir. Adı geçen Kurumların arşivlerinde mevcut Kastamonu türkülerinin çoğu İhsan Ozanoğlu’ndan derlenmiştir.


İhsan Ozanoğlu’ndan derlenen türküler arasında çoğunlukça bilinen “Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı, Benden Selam Olsun Bolu Beyine, Mapushane Çeşmesi, Demirciler, Asker Katar Katar olmuş” gibi türküler vardır. Burada özellikle üzerinde duracağımız türkü “Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı” türküsüdür.


TÜRKÜNÜN HİKAYESİ

I.Dünya Savaşı içinde yer alan ve insanlık tarihinin en büyük savaşlarından sayılan, onbinlerce Türk insanının genç yaşta hayata veda ettiği Çanakkale Savaşı’nda, vatanı uğruna gözünü kırpmadan canını feda ederek şehitlik mertebesine eren bu Mehmetçiklerin yürekleri dağlayan acısı, tüm anadolu şehirlerinde olduğu gibi, bu savaşta en çok şehit veren üçüncü il olarak bilinen Kastamonu’muzda da derin tesirler uyandırmış ve bu türkü ortaya çıkmıştır.



Bir Mehmetçiğin ağzından söylenmiş gibi yakılan bu türkü gerek müzik gerekse söz bakımından mükemmel bir eserdir. Türkünün bazı sözlerinde derin anlamlar mevcuttur. Örneğin: O tarihlerde Çanakkale’de “Aynalı Çarşı” diye bir yer yoktur. Böyle bir çarşı son yıllarda oluşturulmuştur. Fakat, burada esasen irdelenmesi gereken husus, ifadedeki mecazi anlamlardır.



Buradaki “ayna” ile savaşın en yoğun yaşandığı yakın muharebe anlarında yaşanan karmaşa ve ancak ana baba günü tabiriyle tarif edilebilir biçimde, insanların ölüm kalım mücadelesi içine girdikleri bir sırada, güneş ışıklarının, silahların, süngülerin ve her türlü savaş araç gereçlerinin üzerinde oluşturduğu yansıma ve ışıltılar anlatılmaktadır.



“Çarşı” ile de, bu muharebelerde her iki taraf arasındaki ölüm kalım savaşımının gerçek anlamdaki “çarşı”da olduğu gibi almak ve satmak üzerine kurulu olduğu ancak, burada söz konusu olan durumun bir “can pazarı” olduğu ve can alıp can satıldığı ima ve ifade edilmektedir ki; aslında gerçek çarşı olgusunun oluşumunda da esasen,bir karmaşa, kalabalık ve mücadele söz konusudur. Dolayısıyle buradaki “Aynalı Çarşı” kavramı felsefi ve mecazi manasıyla çok isabetli ve yerinde bir terkip oluşturmaktadır.


ÇANAKKALE İÇİNDE AYNALI ÇARŞI

Çanakkale içinde aynalı çarşı

Ana ben gidiyon düşmana karşı

Of gençliğim eyvah

Çanakkale içinde bir uzun selvi

Kimimiz nişanlı kimimiz evli

Of gençliğim eyvah

Çanakkale içinde bir dolu testi

Analar babalar ümidi kesti

Of gençliğim eyvah

Çanakkale içinde vurdular beni

Ölmeden mezara koydular beni

Of Gençliğim eyvah..

İhsan OZANOĞLU

  KAYNAK   :www.facebook.com/notes/ihsan-ozanoğlu-kastamonu/ihsan-ozanoğlu-ve-çanakkale-türküsü/130195523735269


ttp://www.kastamonupostasi.com/kposta3/index.asp?fuseaction=home.dsp_news&catid=1&cid=22803
 








14 Mart 2012 Çarşamba

METİN ALTIOK / ÖLÜMDEN KONUŞACAKTIK


METİN ALTIOK / ÖLÜMDEN KONUŞACAKTIK

ÖLÜMDEN KONUŞACAKTIK / METİN ALTIOK



Evet sırasıdır, ölümden konuşacaktık,

İntiharın ebruli ipliğiyle

Bir düğün gecesinde senin

Yakası işlemeli giysinden.

Kapı kapı dolaşıp, etamin ve goblen

Örtüler satan bohçacı ölümden.

Boynuna taktığın eğri taneli

İki sıra inciden konuşacaktık,

Seni ürküten tren sesinden

Ayı gölgeleyen tekinsiz gecede

Karşımıza apansız çıkıveren

O ihtiyar dilenciden.



Gel ölümden söz etmeden önce

Bir şeyler içelim seninle.

Buğulu bir bardağın içinde,

Buzlu ve limonlu votkayla birlikte

Konuşalım ölümden,

Bir samanyolu olsun masamızın üstünde.

Hadi gel konuşalım,

Sulanmış bir taşlığın serinliğinde.

Akşam sefaları içinde,

Bir masa, birkaç sandalye

Ve ikimiz ölümden konuşalım,

Senin ağzında gül, benimkinde menekşe.



Yarına var mısın söyle?

Doğacak çocuğa, çığlığa, ishak kuşuna,

Rüzgarın savurduğu tohuma,

Kavağın pamuğuna var mısın,

Bir ağacın kavına,

Deri değiştirmesine yılanın,

Kozadan çıkan kelebeğe,

Hatmiye, atkestanesine?

Hadi gel öyleyse ölümden konuşalım.

Belki de tümüyle aykırıdır gerçeğe,

Ama ne olursa olsun biz yine

Ölümden konuşalım seninle



Ölüm de vardır yaşadığımız her şeyde.

Bir bardak çatlarsa durduğu yerde,

Bir aşk ansızın biterse,

Ayna kırılırsa yüzünle birlikte,

Zamanıdır konuşmanın ölümden.

Bir çiçek olağanüstü güzellikte

Açıvermişse bir sabah,

Bir topal aksamadan yürümüşse,

Hadi gel ölümden konuşalım;

Yüzünü al basmış hasetçiden

Ve onun elindeki kuru değnek bile

Filizlenir sevgimizden.

10 Mart 2012 Cumartesi

HİKAYE




HİKÂYE

Senin dudakların pembe

Ellerin beyaz,

Al tut ellerimi bebek

Tut biraz!


Benim doğduğum köylerde

Ceviz ağaçları yoktu,

Ben bu yüzden serinliğe hasretim

Okşa biraz!



Benim doğduğum köylerde

Buğday tarlaları yoktu,

Dağıt saçlarını bebek

Savur biraz!



Benim doğduğum köyleri

Akşamları eşkıyalar basardı.

Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem

Konuş biraz!



Benim doğduğum köylerde

Kuzey rüzgârları eserdi,

Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır

Öp biraz!



Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!

Benim doğduğum köyler de güzeldi,

Sen de anlat doğduğun yerleri,

Anlat biraz!


CAHİT KÜLEBİ



8 Mart 2012 Perşembe

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

Karadenizimin  cefakar emekçi kadını ;bugün senin günün ,biliyor musun!?
Egemin emekçi kadınları ;bugün sizin ,ekmek ve gül diyebiliyor musun!? sizler ekmek verdiniz ,size gül veren oldumu?...


Güneydoğumun örtülerinin rengi ile ayrıştırılmak istenen emekçi kadınları ;sizin gününüz bugün biliyor musunuz!?
Bahar kokulu dağlarımın kadınları; bugün sizin emek gününüz ,siz biliyor musunuz!?

Denizde kadın...

Ve   dağlı kadınım !


 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, 8 Mart 1857'de Chicago'da yanarak ölen kadın tekstil işçilerinin anısına Clara Zetkin'in önerisi ile Dünya Emekçi Kadınlarına armağan edilmiş bir gündür. Daha insanca iş ve yaşam koşulları için hayatlarını kaybeden bu kadınlar, kadınların eşit ve özgür bir dünya taleplerini canlı tutmalarının temel dayanaklarından olmuştur. 8 Mart, oy hakkı, sendikalaşma ve eşit işe eşit ücret gibi taleplerle yola çıkan kadınların mücadelesinin bir ürünüdür.

Kadınlar bugünde dünyanın her yerinde varlığını anlatmak,bir büyük insanlık savaşını yitirmemek için direnmekte,emek harcamaktadır.Emek sadece fabrikalarda değil,hayatın her alanında kadınlarla özdeşleşen bir kavramdır.Bu nedenle 8 martlar sanılanın aksine bir kutlama günü değil saygı duruşu ve kendimizi sorgulama günüdür.

Bugün kadınlığını şevkat ve emeği ile yüceltmiş;yoz hoyrat ellerin altında yaşama direnmiş ve direnmekte olan kadınlarımızın günüdür.

Bugün sevgililer günü gibi,kadınlara narin bir çicek gibi,kırılmaması gereken bir biblo gibi davranılan hediyeler verilen bir gün değildir.

Bugün tüm dünyada sırf kadın olduğu için sömürülen,toplumun her kesiminde çalışan ,emeğin ve alınterinin damla damla süzüldüğü kadınlarımızın günüdür.

Cinsiyetçi politikalarla,kadının çalışma ve aile yaşamındaki ve siyasal yaşamındaki durumu gün geçtikçe gerilemekte ve kısırlaştırılmaktadır..Töre cinayetleri,taciz,cinsel ve her türlü toplumsal şiddet cinsiyetçi ve ayrımcı yaklaşımların kadınlar üzerindeki ezici etkisini çok daha çarpıcı biçimde göstermektedir.

Bugün dişi doğmuş olmanın meziyet sayıldığı küflü bilinçlerden ve onların yaptıklarından apayrı,onların düşlerinde bile göremiyecekleri bir yaşam sevinci simgeleyen saygı duyulacak bir gündür..


Guzel kadinlari severim,
Isci kadinlari da severim,
Guzel isci kadinlari Daha cok severim.

Orhan Veli Kanik

(Ocak 1938/Varlik, 15.3.1940)

Arzu Sarıyer

Fotoğraraflar kendi çekimimdir.

1 Mart 2012 Perşembe

MERHAMET




         Sevgili Dost,

         Merhameti gördün mü? Kaybolduğundan beri-kaçırılmışta olabilir- kendisinden haber alınamayan merhameti."Kayıp Aranıyor" ilânlarından bir ses çıkmadığına göre, merhameti tanıyanlar gazete okumuyor,sokaklarda dolaşmıyorlar."insanlık nâmına" bir kıpırtı olmayınca"kanun nâmına" harekete geçiliyor ve kasaba halkı Şerif'in arkasına düşüp,merhameti kaçıranları aramaya başlıyor.Meşalelerin dili karanlığı didikliyor,gecenin kenarını tutuşturuyor.Eller ağızın iki kenarına tutulup bağrılıyor:"Merhamet! Merhamet!" Ses ormanın içinde nereye gideceğini bilmiyor,panik içinde sağa sola koşuşturuyor,çalılara takılıyor,yaprakları döküyor,baykuşları korkutuyor,sonra bir kuyunun içine düşüp,ıslak bir şekilde geri dönüyor:"Merhamet!"
"Merhamet" yankı yapıyor.

        Aramadık yer bırakmıyorlar.Buluta bakıyorlar,dağılıyor.Gölgeye bakıyorlar,çekiliyor.Taşları bile birer birer uyandırıyorlar oyuklarında.Taşların altı solucan kaynıyor.

        Sevgili Dost,
       Merhameti gördün mü? Eşkâlini tarif etmem gerektiğini biliyorum ama,bu hiç de kolay değil.Kanadı var, desem;hemen yolarlar.Gözleri var desem; mil çekerler sürme diye.Ayakları var, desem;mıhlarlar sandelyeye.
"Nesi var?" / "Gülüşü var!" Ağlatırlar.
"Nesi var?" / "Yaprakları var!" Kopartırlar.
"Nesi Var?" / "Beyazı var!" Karartırlar.

       Sevgili Dost,
       Merhameti gördün mü? Ne olur bana da göster.Kimseye söylemem,söz zarar veremezler.Beni kanadının altına almasa da ne çıkar;emerim ışığını.Dizinin üstüne yatırmasa da olur;kim söylemiş uyuduğumu?
        Sevgili Dost,
Merhameti gördün mü?Tamam, söyleme biliyorsan yerini.Bari hayatta olduğunu haber ver."Merhamet ölmedi değil mi?"
       Sevgili Dost,
Cennetle cehennem yarışa kalktı.Sen hâlâ susuyorsun.Güneş dürüldü,yıldızlar döküldü,vahşi hayvanlar bir araya toplandı.Sen hâlâ susuyorsun.

Sevgili Dost,
Merhameti gördün mü?

"Alıntı..."