24 Kasım 2010 Çarşamba

BEN BİR KÖY ÖĞRETMENİYİM

Öğretmenler gününde anılar denizinden bir damla...

Sevgili öğretmenlerimin ;"Öğretmenler Gününü"  kutlarken,sonsuzluğa göç etmiş öğretmenlerimi saygıyla,minnetle anıyorum...

Yetmişli yılarda İzmir Buca eğitim Enstitüsü’nden(Şimdiki adı EğitimFakültesi) idealist ve devrimci öğretmenler olarak yetiştirildik. Yatılı ve burslu okumadığım için Görev yerimi kendim seçtim. Egenin Doğusu Afyonkarahisar. Yetmişli yılar öğretmen açığı çok. Çünki Demirel hükümetleri Siyasal beklentilerle Köy ve kasabalarda pek çok okul açmış. Bir müdür bir mühür örneği .Beni de verdiler bir köye. Çalıkuşu gibi başladım ilk öğretmenliğime. Bina,donanım durumu sormayın sonraki anılarımda anlatacağım.


Okul benden bir yıl önce açılmış. Hiç kız öğrenci yok. Bir yıl da ben öğrtemenliğe alışma ve çevreyi tanımakla geçti .1978 yıl eğitim yılı sonunda kızların ortaokulda okumaları için çalışmaya başladım .İlkokul beşinci sınıf kızlarla başladım konuşmaya ve ikna etmeye. Çok istekli olduklarını gördüm.Sıra anne ve babalarda .Köyün ekonomik durumu da çok iyi o yıllarda.

Köy çeşmesinde annelerle konuşuyorum. Bana verilen yanıt. gönderelim de oğlanlarla mı mektuplaşsınlar .(o yılarda aşıklar mektuplaşırdı.) Sanki İlkokulu bitirenler mektuplaşmıyor.

Babalarla köy odalarında konuşuyorum. Dinliyorlar.Karşılarında genç bir bayan onlarla konuşuyor hoşlarına gidiyor . Ama kendi kızlarına okutmaya gelince olmaz diyorlar.

Sonunda gerekçelerini anladım. Çocuk yaşlarda evlendiriyorlar. İş gücünden ve bedeninden yararlanmak için .Sofralarında traktörleri ve biçerlerinden sonra geliyor kadının yeri(teknoloji gelmiş, öküzler yok artık.)

Yakın bulduğum ailelerin kızlarından dört kız öğrenci kaydebildim. okullar açıldı. O yıl daha seviçliyim ve heyecanlıyım .Sayıları az da olsa kızlarım var ya.İlk gün akşam paydosu. Çok geçmeden bir kızım iki gözü iki çeşme ağlayarak okula geldi . Zor yatıştırdım.

Demişler ki kız öğrecime ,neden ortaokula gidiyorsun? A rzu hoca gibi O…… mu olacaksın. (O yılarda devrimci bayan öğretmenler kominist ve O…….dur ya) sevgili kızım onların ne demek istediklerini kavrayamaz bile. Ama öğretmenine bir hakaret olduğunu biliyor ve isyan ediyor.Ne derlerse desinler ben okuyacağım.İsterlerse parçalasınlar .Aile sözünde durdu okuttu.Nereye kadar Kız meslek Lisesi son sınıfa kadar.

Sonramı ;O da kaçamadı evlik çemberinden .Şimdi çocuklarını en iyi yetiştiren cağdaş bir anne .

Burada belirtmeden geçemem; En güzel öğretmenlik anıları ,Genç Cumhuriyetimizin  son derece ideal öğretmeni Sıdıka AVAR öğrtemenin  anıları Dağ Çiceklerim . (Öğretmen Dünyası Yayınları) Yirmi yıl bugünkü Adıyla Kız Meslek Lisesinde  , Elazıg 'da  dağ, taş  ,köy  ,kış yaz demeden kız çocularını      okutmak    için  nasıl çabaladığı kendisi tarafından çok güzel anlatılır  ...Sıdıka Avar öğretmenimin o yılarda ideali de buydu(40 lı yıllar).Benimki 70 li yılar...

Meslek sahibi olanlar oldu .12 eylülden sonra.Para kazanmak için kızlar okutulmaya devam edildi. Bir çok değerlerin değiştiği o köyde. Sadece para kazanma, evlemelerde daha bir terçih edilir oldu. Para kazanıyor ya......

Arzu

15 Kasım 2010 Pazartesi

YANILGILAR---KORKUNUN ÇANLARI*

     
      Bilgisayar ve internet yaşantımıza gireli yaşantımızda  neler oldu neler ..Bilgilere kolay ve hızla ulaştık.İletişimde hızlandık.Bir anda binlerce bilgiye ulaşmak saniyeler içinde gerçekleşti. İlk anlarda belki bilgilerin doğruluğunu ,güvenilirliğini sorgulamadık.Tembelliğimize geldi belki de.Ben kendi adıma belirtirsem iki önemli konuda yanıldığımı burada belirtmek istiyorum.Üçüncü bir yanılgımın olmaması için interneten kaynağı elimde olmayan hiçbir edebi metni  kullanmıyacağım. Kaynağı derken "kitaplar"demek istiyorum,en sadık ve güvenilir dostlarımız.
      Birinci konu Türk edebiyatının klasikleri arasında olan Can Yücel yazıları ve şiirleri .Gerek tarama motorlarıyla taramada gerekse e posta ile kişiden kişeye dolaşan  bazı şiir ve yazıların Can Yücel'e ait olmadığını öğrendim...
 http://kemaloncu.blogcu.com/sahte-can-yucel-siirleri-guler-yucel-ile-soylesi/5860890 bu  linkte çok önemsediğim ançak geçen yıl kaybetiğimiz blog yazarı Kemal Öncü beyin sayfasında uyarılar bulnmaktadır.Linki verirken Kemal beyi saygı ve rahmetle anıyorum...
     İkinci konu Shakespeare 'in soneleri.Aylarca burada profil tanıtım yazım olarak bulundurdum.O'nun sanmak ne büyük yanılgım oldu...Okuyan kaç kişiye yanılttığım için üzgünüm. Özürü borç bilirim..Bu konuda beni ve nicelerini aydınlatan  sayın eğitimci yazar Adnan Binyazar'ı burada teşekkür ediyorum... Hem bu konuda aydınlattığı için hem de çok değerli yazısını burada yayınlama izni verdiği için...
  Arzu

ADNAN BİNYAZAR

 *Korkunun çanları

Her gün milyonlarca insan, internet yoluyla aralarında etkileşim kuruyor. Uzun yollar kısalınca dünya ne denli geniş olsa da etkileşim ulaşımı kolaylaşıyor. Ne var ki insan yapay yollarla sanallaştıkça anlam yitimine uğrayıp nesneye dönüşüyor.

Elli altmış yıl öncesinin yabancı olduğu tel ucu sevgilileri, kapalı küfürleşmeler, görene cinnet getirten kolaj görüntüler internet kültürünün marifeti.

Çağımızın bu büyük buluşunun iyi kullanılması gerçeklerle donatıyor, kötüye kullanılması yalanın dolanın, iftira bataklıklarının içine sokuyor. İnternet kültüründe, çöplüğe atılacaklarla baş tacı edilmesi gerekenler aynı kefeye konulursa çürümenin sonu alınamaz. Kim bilir kaç milyon yılların yorgunu dünya bir gün kokuşarak, üstünde yaşayan bütün varlıkları cürufa çevirecektir.

İnsan beynini kurcalayan sorunlardan biri bu! İnternetin kişiyi yanılgılara iten şaşırtmaları da var.

Shakespeare bizde daha çok Romeo ve Juliet, Hamlet, Othello adlı oyunlarıyla tanınıyor. Yıllar önce çevrilmesine karşın Shakespeare’in sonelerinden çok az söz edildi. Oysa her okunuşta insanın düşünce ufkunu genişleten soneler, yaşamı derinliğine algılama yönünden hep el altında tutulmalıdır.

Bu yazıda internetin yanıltıcı bir yönüne değinmek istiyorum. Onlarca sitede, altına “Shakespeare” adı yazılarak bir soneye yer verilmiş. Talât Sait Halman’ın Türkiye İş Bankası Yayınları arasında çıkan Soneler adlı çevirisinde 154 sone var. Sözünü edeceğim sone onlar arasında yok.

Shakespeare uzmanı değilim. Shakespeare’i kendi dilinde izleyecek düzeyde kişilerle bağlantı kurdum. Onunla da yetinmedim, özenli okumalarıyla tanıdığım arkadaşlarıma da sordum. Böyle bir sonenin Shakespeare’le ilgisinin olmayacağını söylediler. Sone diye biçimlenen dizelerin büyük yazarın oyunlarından aktarıldığı olasılığını da düşünmedim değil. Ancak, bu sone, Shakespeare’in erdemli sözlerle yüklü sonelerine pek fazla benzemiyor. Onun, gerçekleri saydam kılmaktaki imge gücü öne çıkar. Bu sone ise öğüt verici bir üslupla biçimlenmiş.

Bu örneği sitelerine koyan kişilerin, her olasılığı düşünerek bir açıklama yapmasını beklemek sanırım okurun hakkıdır.

Soneyi internette yazıldığı gibi aktarıyorum:

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.

Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye lâyık görmediği için.

Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.

Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.

Duygularını açmaktan korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.

Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.

Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.

Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.

Neden kaynağına inmek istiyorum bu sonenin? Gizli dinlemelerle, uydurma belgelerle Türkiye’de bir korku toplumu yaratılmak isteniyor. İnsanları korkuyla sindirip eylemsiz kılacaklarını sanan casus bir ruh dolaşıyor aramızda. Bu düzenlemede vurgulanan korkuların yanında, siyasal erkin hışmına uğrama korkusu da içten içe sezdirilmiyor mu?
Duymuyor musunuz; her yürekte çalıyor çanları korkunun, kimin kulağını patlatacağı belli olmayan çanları...
Kaynağı ne olursa olsun, insanın içindeki korku odakları vurgulanıyor sonede. Uyarlama ya da yakıştırma, zamanı gelmedi mi sözü derinleştirmenin?..
24 EKİM 2010
CUMHURİYET GAZETESİ
PAZAR  EKİ

10 Kasım 2010 Çarşamba

NEREDEN BAKSA GÜZEL ,NEREDEN BAKSAN GÜZEL*

Aramızdan ayrılışının 72.yılında saygıyla ,özlemle anıyoruz,arıyoruz

ATATÜRK


Falih Rıfkı Atay "Çankaya" adlı eserinde anlatıyor;

"Sözlü, oyunlu ve kadınlı toplantılardan biri idi.O gece bazı aşırıca sahneler geçti.Gülüşe oynaşa sabahladık.Atatürk benimle birkaç kişiyi sona bıraktı.Gece üstüne bir hayli dedikodu yaptık.Çıkıp gideceğimiz sırada kendisine dedim ki:

-Şimdiye kadar sizin için yalnız yabancılar yazdılar.Biz yanınızdayız.Sizi onlardan daha iyi tanıyoruz.Müsaade eder misiniz, Yakup Kadri ile ben hayatınız ve eseriniz hakkında bir kitap hazırlasak?

Ferah ve uyanık bir bakışla beni süzdü:

-Dün geceyi yazacak mısınız?

-Canım efendim, bu kadar hususiyetlerinize girmeye ne lüzum var?

-Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılmam ki...Siz de başkalarının yazdıklarını tekrarlamış olursunuz."

*Yekta Güngör Özden