24 Temmuz 2010 Cumartesi

LOZAN ANTLAŞMASI 24 TEMMUZ 1923


Değerlerin bozuk para gibi harcandığı ve bu hoyratlığın neredeyse direnç görmediği 2010 Türkiye’sinde Lozan bir dik duruş anıtı olarak anımsanmalı, özümsenmeli ve rehberliğinden yararlanılmalı!


Yoksun ve yoksul (henüz uluslaşmamış) halkın savaş yorgunu da olsa dik durabileceğinin, onurunu ve gururunu her şeyin önüne geçirebileceğinin belgesidir Lozan!

Aradan geçen 87 yıla karşın saldırılıyor ve yırtılmaya çabalanıyor oluşu bilmem nasıl yorumlanmalı?

O günkü ödünsüz dik duruş karşısında çaresiz kalan ve bu çaresizlikle isteklerinin yazılı olduğu kâğıdı katlayarak ceplerine koyanlar, o gün başaramadıklarını çok geçmeden başarma noktasına gelebildilerse ve bugün artık ülkemizin varlık senedi de saymamız gereken Lozan’ı yırtmaktan söz edebiliyorlarsa aynaya bakmanın tam da zamanı gelmiş demektir.

Sağlıktan eğitime, ekonomiden siyasete ve günlük yaşamdan ulusal güvenliğe varıncaya dek bir dizi alanda dize gelmek üzere olduğumuzu görmenin tam zamanıdır.

Bu farkındalık belki de yeni bir başlangıç yapmanın da tetikleyicisi olacaktır.

O günün zorlu ve çetin koşullarında her türlü sömürgeci isteğe karşı dimdik duranları, baş eğmeyenleri anımsarsak belki bugünümüzü de kurtarmaya yararı olur.

Bugün o günden daha mı yoksul ve yoksunuz?

Bugün o günden daha mı çaresiz durumdayız?

Yanıtımız evet ise sözün bittiği yerdeyiz demektir

Yok eğer yanıtımız “hayır” ise silkinmenin, geçmişi anımsamanın ve elbette o geçmişten ders çıkartan tarih bilincinin gereğini yapmanın tam sırasıdır!

Bu gereği yerine getirmek hiç olmazsa kendimize saygının olmazsa olmazı değil midir?

Mustafa Kemal’in ve Lozan’daki dik duruşun önde gelen kişiliği İsmet İnönü’nün kemiklerini sızlatmaktan vazgeçilmeli!
Ceyhun BALCI
İlk Kurşun

ANIMSATMALAR
Lozan"ı tanımayan tek ülke Amerika

Lozan"ın anlamını ve kazanımlarını anlayabilmek için, Türkiye"yi neredeyse haritadan silen Sevr Antlaşması"na bakmak yeterli.
Sahte müttefik ABD, Türkiye"nin, bağımsız bir devlet olarak kabul edilmesini sağlayan Lozan Antlaşması"nı hâlâ tanımış değil

Türkiye"nin altını oymak isteyen ABD, geçmiş dönemde Atatürk"e yapılan inanılmaz hakaretlere seyirci kaldı. ABD"nin Temsilciler Meclisinin, 69"uncu Kongre Tutanakları, hasta ruhlu bir kişinin hezeyanlarına tanıklık etti. Rasim Giresunlu, Ufuk Ötesi"ndeki köşesinde, 18 Ocak 1927 tarihinde yapılan ikinci oturumda, temsilcilerden "Upshow" adlı bir fanatiğin, ağzındaki vahşet salyalarını sağa sola saçarak, şöyle haykırdığını yazıyor:


Diktatöre benzetti
"Antlaşma (kastedilen Lozan) Timurlenk kadar hunhar, Müthiş İvan kadar sefih ve kafatasları piramidi üstüne oturan Cengiz Han kadar kepaze olan bir diktatörün (kast ettiği Atatürk), zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır. Bu canavar (kast ettiği yine Atatürk), savaştan bıkmış bir dünyaya, bütün uygar uluslara, onursuzluk getiren bir diplomatik antlaşma kabul ettirmiştir. Buna, her yerde, bir "Türk Zaferi" dediler. Ve eski dünya parlamentolarını bunu kabule ikna ettikten sonra, büyük sermaye gurupları, soğukkanlı ticaret erbabı ve giderek güya din temsilcileri bile Türkiye"yi uygar uluslar masasında uluslararası bir konuk durumuna yücelterek ABD"yi yüksek ülkülerinden uzaklaştırmada birleştiler."(Deniz Gezmiş savunmasıda dile getirmiştir.)

20 Temmuz 2010 Salı

KIBRIS BARIŞ HAREKATI,ANI

                                                    Sevgili Haşmet Amcam

20 Temmuz 1974 Birinci Kıbırs Barış Harekatı.Otuz altı yıl geçmiş üstünden.Bugün yıldönümü.Günün önemini, O günlerin olaylarını yazmıyacağım.Merak eden dostlar  Cüneyt Arcayürek’in yazı dizisi ”Ada’da temmuz sıcağı”nı  Cumhuriyet Gasetesinden okuyabilirler. O gün yaşadıklarımı daha dün olmuşcasına anımsadıklarımı paylaşmak istiyorum..Anılar denizimden bir damla…


Liseyi bitirdiğim yazdır o yaz.Bir yıl önce emekli olan babam Didim Mavişehir’de yazılık almıştı.O yıl evimiz teslim edilmediğinden tatilimizi başka evde yapmıştık.1974 yazında evimiz teslim edilmiş,temmuz başında kendi evimizde ilk tatil günlerini yaşıyorduk.Üçüncü kuşaktan babamın amca akrabaları ile de sırt sırta vermiş evlerde oturuyorduk.Tatil aynı zamnda bütün kış hasret kaldığımız akrabalarla buluşma da oluyordu.Özellikle kızları Bilge ;benimle aynı yaşta, o yıl Öğretmen okulunu bitirmiş benden önce öğretmen olmuştu,atama bekliyordu.İkiz kardeş gibi heran beraberiz,geceler boyu bitemeyen sohbetlerimiz.Ben üniversite sınavlarına girmişim sonuç bekliyorum.Hayallerimde öğretmen yetiştiren bir okula yerleşmek vardı…

20 temmuz öncesi(15 temmuzdan itibaren)haber kaynaklarından radyo ve gazetelerden Kıbrıs’ta olan bitenlerden haber alıyoruz.Ayrıntılarını bugünkü bilinçte olmasa da şu isimleri ve kavramları iyi anımsıyorum.Başbakan Bülent Ecevit,Londra görüşmeleri,darbe,Makarios,Nikos Sampson,Turan Güneş,Hasan Esat Işık ve parola”Ayşe tatile çıksın”…..

20 temmuz öncesi üçbeş gün önce belki sahilde olduğumuz için akşamları karatma uygulanıyor,bize çok yakın olan sahil jandarma karakolunda olaganüstü bir hareketliliği gözlüyoruz.Bir savaş olasılığını o günkü aklımla düşünememişimdir.Okullarda sık sık uygulattıkları sivil savunma tatbikatları olarak algılamışımdır…

O gece Bilge ile önceki gecelerde olduğu gibi önce sahilde dolaşıp sonra bizim balkonda uzun sohbete dalmışız.Ne zaman yattığımızı anımsamıyorum, çok geç saatlerde yatıyoruz.O gece Bilge bizde yatıyor,evlerinde yatılı konukları var.Kaçta yatarsak yatalım tatlı bir uykuya dalıyoruz ah ah gençlik,uykuya dalmak ne kadar kolay…. Israrlı bir düdük sesi   tatlı uykumuzu bölen.Umursamıyoruz  önce,site bekçisini düdüğü,kimbilir ne olmuş…Sonra açılan kapı ,annemin yarı heyecanlı sesi” kalkın çocuklar harekat olmuş evlerden çıkıyoruz .Heran Yunan ordusu kıyıya asker çıkarabilirmiş” Pek anlayamadık ama hızla giyinip çıktığımızı anımsıyorum.Annemiz,babamız sadece cüzdanlarını; bizlerde üşümiyelim diye birer hırka albildik çıkarken.Sabaha karşı karanlığında Bilge'nin ailesiyle sitenin yakınındaki küçük tepede buluştuk.Sitemiz sakinleri  ile toplu halde doğuya doğru gidiyoruz Bizim ailede bir eksik kardeşim başka şehirde .Karanlık kimse kimseyi tam göremiyor.Hafiften tan kızıllığı yavaş yavaş beliriyor.Düzlük tepelik biryerlerden aşııp gidiyoruz.Karayoluna çıktığımızda arabalar kısık farları ıle akıp geçiyor.Arabasızlar bizim gibi kenarda öbek öbek, kimse durup bir iki kişiyi alıp götürmüyor…Özel caba da göstermedik almaları için karşıya geçip yola devam ,nereye gideceğimizi bilmeden doğuya doğru gidiyoruz.Bu ara babam arkada kalmış bulamıyoruz.Haşmet amcam bağırıyor" Tevfik Ağabey!!!! "ses yok dönüp arkamıza arayamıyoruz da.Ben başlıyorum ağlamaya babamı kaybettim.Haşmet Amcam”Kızım korkma o yetişkin kendini korur, merak etme sen”diyor.Hava aydınlanmak üzere birbirimizi net görüyoruz.Biz kalmışız iki aile,biz yarım aile annemle ben.Tütün tarlalarından yürüyoruz,bir saat zaman geçmiş ne olup bittiğinden henüz haberimiz yok.Panikle çıkmışız yola el rodyomuzu almak kimin aklına gelir…Bir tütün tarlasından geçerken çadırlarından yeni kalkan bir genç çifte rastlıyoruz.Rica ediyoruz onlardan radyolarına açsınlar bir haber alalım.”Açamayız” dediler” çocuklarımız uyuyor”uyku sersemi olduklarından bizlerin sorduklarını,bizim anlattıklarımızı anlayamadılar.Haşmet amcam  arada bir bize durun diyor”bir plan yapalım,nereye doğru gidelim” Bu arada sonradan çok güldüğümüz bir durum:(Haşmet amcam o yıllarda kamuda çalışan bir müdürdü .Ruhsatlı tabanca alma ve kullanma iznine sahipti).Evden çıkarken tabancayı yanına alan amcam mermileri almaya unutmuş… o gündür aklımaza geldikce güleriz mermisiz tabanca ile ne yacaktık ki..Patika yolda ilerlerken karşımızdan üç tütün işcisi kadın geliyor,ellerinde radyoları.bir güzel selamlaşıyoruz.Kaçmadılar  onlar bizden ;hem radyolarından kısa haberleri dinlettirdiler  hem de Hasan Mutlucan’ın kahramanalık türkülerini …( O günlerde bilemezdik ki o sesin, o türküleri 12 eylül sabahı da söyleyeceğini.Farklı farklı duygularla dinleyeceğimizi...)

Sonuçta öğrendik ki kıyılarımıza gelen haber yanlış haber.(Yunan ordusunun Ege kıyılarına çıkma haberi)Doğru Haber”ayşe tatile çıkmış” Kıbrıs’a Türk Ordusu Barış Harekatına çıkmış…Sevinerek evlerimize döndük.Babam mı?.. bizi kaybettikten sonra yanındakilerle birlikte doğru haberi aldıktan sonra eve dönmüş, çayı demlemiş bizi bekliyor.Nasılsa dönecekler umuduyla, kaygılanmadan...

Birkaç saatlik kaçma öyküsü içinde  düşündüklerim ninelerimizden,dedelerimizden dinlediğimiz Kurtuluş savaşı öyküleri ..Birer birer film şeridi gibi gözümün önünden geçtiğidir.En çok da anasız babasız kalan çocuk öyküleri…

Arzu Sarıyer

7 Temmuz 2010 Çarşamba

RIFAT ILGAZ

                               Ölümünün 17 yılında saygıyla anıyorum yüce çınar Rıfat Ilgaz'ı.

Aydın Ilgaz: Babam üzüntüden öldü


TÜRK edebiyatının önemli kalemlerinden Rıfat Ilgaz'ın oğlu Aydın Ilgaz, babasının, 2 Temmuz 1993'te meydana gelen Sivas katliamdan 5 gün sonra üzüntüden hayatını kaybettiğini söyledi. Aydın Ilgaz, “Babam, dünya insanlık tarihinde hiçbir zaman düşünürler, yazarlar, aydınlar bir binaya toplanıp, üzerlerine benzin dökülmedi. Bu bizim ayıbımız’ dedi ve ertesi gün öldü” diye konuştu.


1911 yılında Kastamonu’nun Cide İlçesi’nde doğan yazar- şair Rıfat Ilgaz'ın ölümünün üstünden 17 yıl geçti. Aydın Ilgaz, babasının, Madımak Oteli'nde 33 aydının yanarak öldüğünü pazar günü öğrendiğini, pazartesi günü de konuyu Cumhuriyet gazetesindeki yazısında dile getirdiğini söyledi. Babasının Cumhuriyet gazetesindeki yazısında, “Yaşamla, ölümün anlamı kalmadı artık, her şey yalama oldu. Asım öldü, Nesimi öldü” yazdığını ifade eden Aydın Ilgaz, “O akşam onu arayan arkadaşıyla konuşurken sayıklamaya başlayan babam, 3 saat sonra da öldü” dedi.

Aydın Ilgaz, Rıfat Ilgaz'ın, Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas'a gidecek aydınlarla olaydan 1 hafta önce, kendisine Edebiyatçılar Derneği tarafından verilen ödülü almak için gittiği Ankara Altınpark’ta bir araya geldiğini hatırlattı. Aydın Ilgaz, “O gece çocukların hepsiyle birlikteydik. Festivale katılan Şair Metin Altıok, Şair Behçet Aysan ile beraberdik. Bir hafta sonra bu olay oldu. En üzüldüğü konu da bu gençlerin yanmasıydı. Babam onları düşüne düşüne öldü. Bana, ‘Bak Aydın, firavunlar piramitlerin içindeki tabletleri kırdılar. İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler’in ordusu bütün kütüphaneleri paramparça ettiler. Ama dünya insanlık tarihinde hiçbir zaman düşünürler, yazarlar, aydınlar bir binaya toplanıp, üzerlerine benzin dökülmedi. Bu bizim ayıbımız’ dedi ve ertesi gün öldü” diye konuştu.

Milliyet

3 Temmuz 2010 Cumartesi

İKİ TEMMUZ SİVAS




İki temmuz demek Sivas demek

Sivas demek otuz yedi can demek

Otuz yedi can Madımak demek

Sivas'ta Madımak'ta yakılan otuz yedi can.

Ozan A.Kadir Paksoy "Yaralı Temmuz"demiş temmuza
.................

Bugün iki temmuz

İki temmuz dendikçe kanıyor içim

söylesem olmuyor

Söylemesem olmuyor

Yakılmış çocuklar sarılıyor ellerime

ne kundağa beleniyor

Ne beşiğe konuyor
.........................
2 temmuz 1993 tarinden bugüne her iki temmuzda kavurucu yaz sıcağında yüreğim yanar,yanar.İlk çocuğumun doğum günüdür 2 temmuz.1993 yılı öncesi gibi doğum günleri kutlayamam.37 yanan canı anarken unutuyorum kızımın doğum gününü.

2 temmuz Sivas Madımak yangınını anlatan yüzlerce kitap,dergi,şiir yazıldı. Pek çoğunu okudum .Ama her 2 temmuzda öner Yağcı'nın "Sivas'ı Unutmak" kitabını tekrar okuyorum Sivas'ı unutmamak için.

Diyor ki Öner Yağcı""Pir Sultan'ın diyarındaki yangının alevleri hala yakıyor yüreğimizi. Alçalıyoruz. Milyonlarca yıldan bu yana ayağa kalkıp yükselen insan adını lekeledik bir daha. İnsan olmaktan utanıyor, yaşamdan tiksiniyoruz. Kimin yarası yok söyleyin?Kim kanamıyor?Kimin acımıyor yüreği? Kimin "Sivas" değince"2 temmuz"değince ürpermiyor vücüdu? Sivas yangını unutulur,ya Sivas'ta yanmak?Unutma hakkımız var mı?bence yok.Bağışlama hakkımız var mı?Bence yok .Eğer unutmazsak yaşamı hak ederiz.Unutma diyor haritalardan Sivas.Unutma diyor mezarlıklar, çocuklar ,bebelerimiz, geleceğimiz .Unutmayın ve anlatın diyorlar. Ben de anlattımYazdım dilimin döndüğünce ,yüreğim elverdiğince,bilincimle ve duyarlılığımla.Ve "Sivas'ı Unutmak"dedim tüm yazdıklarıma""

Cumhuriyetimizin temellerinin atıldığı yer olarak anımsamak varken ; Sivas seni böyle mi anımsayacaktık! Bunu sana layık görenlerden hesap bile soramadık .Neden , niçin, nasıl sorularımız uzayıp gitti, yanıtını bulamadık.

Çorum gibi ,Maraş gibi unutmayacağız Sıvas ve Madımak . Şimdiye kadar müzeye dönüştüremediğimiz Madımak ; bu utançla kebab salonu olmaya devam et.(son haberlerde müze olma durumu gündemde)Nasıl olsa tarih bir gün seni sergileyeçektir.

On yedi yıl önce aydınlıktan korkan yarasalar tarafından yakılarak yaşamlarını veda eden aydınlarımızı saygıyla anarken ,unutulmamaları en büyük umudumuz olmalıdır....

Arzu Sarıyer