24 Ocak 2010 Pazar

UĞUR MUMCU


Bugün 24 ocak Pazar Uğur Mumcu’nun katledilişinin 17. yılı

      Bir çift Güverci havalansa
      Yanık yanık koksa karanfi
      Değil bu,anılacak şey değil
      Apansız geliyor aklıma
      Sevdiğim çicek adları gibi
      Sevdiğim sokak adları gibi
      Bütün sevdiklerimin adları gibi
      Adın geliyor aklıma

      Melih Cevdet Anday

       Uğur Mumcu'yu yitirmenin acısı derin, hüznü büyük. Ancak o kişiliği ile ödünsüz mücadelesi ile yaşıyor ve hep yaşayacak.

      Özgürlükçüydü, adına özgürlük türküleri yakıldı. Hümanistti ardından yüz binler yürüdü. Yurdunun esenliği için savaştı, adına alçak gönüllü binlerce şiirler yazıldı.

      Gece susar, evren karanlığından sızar ışık
      Tan konuşur yaprak susar, kıpırtısı
      Yangınlar, kasırgalar dibinden
      Bir gün orman konuşur
      Su susar bataklıkta
      Baharda sel sel ve dağda
      Çağlayan çağlayan konuşur
       Halk susar
       Ozan konuşur.

       Tahsin Saraç

      Bir coşku seli, bir öfke yıldırımı, Atatürk Cumhuriyeti'nin önde gelen savunucusu.

      Kalpaksız kuvayımilliyecilerin son temsilcilerinden biri. İnançlı, dirençli, kararlı ve mangal yürekli.

      Bir sabah sefasıydı. Günle barışık, güneşle uyanan, ışıkla aydınlanan, sağlam köklerini sımsıkı bağladığı, halk toprağı ile beslenen diri bir çiçekti.

      Renkli kişiliği, bu kişiliği yaratan birikimimi sözüne yansırdı. Gür ve tok sesi, düzgün albenili konuşması vardı. O'na saldırgan, kavgacı, dili uzun diyeler vardı. Durup dururken kimseyle kavga etmedi, kimseye saldırmadı. Dili uzundu ama eli değildi. Eline, diline, beline, aklına sahip olup, kullanırken hiç çirkinleşmedi.

      Bir kişiye yapılan haksızlığı bütün topluma yapılmış sayıyor "fikir sahibi olmadan" mangalda kül bırakmayanlara öfkesini gizleyemiyordu. Doğruyu arayıp, özgürlükleri savunduğu için alnı hep açık ve apaktı. Hiçbir zaman yılgın, karamsar, korkak, ürkek olmadı.
      Şimdi Dünyada olup biten her şeyi farkına varmak, türlü oyunu bozup, Anadolu kardeşliğini yükseltmek var. Şimdi uğur Mumcu olmak var. Şimdi onun için mum yakmak var. Uğur Mumcu için mum yakmak demek: ömür boyu savunduğu fikirleri hayata geçirmek demek. Mumun etrafındaki titreşimlere bakıp duygulanmak yetmez. Yalnız mum yanmasın. "Sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak; nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa."
      Düştüğü yerde karanfiller boy verdi. Mum sönmedi; çoğaldı çoğaldı, kocaman bir aydınlık oldu. Uğur Mumcu "minnacık bir devdi" dünya oldu. O bir meşale olarak kalacak; inançları yaşayarak yaşatılacak. Barış dolu bir dünya umudu insanlarda var oldukça meşale yanacak. Onu anlatmaya sözler yetmeyecektir.

      Arzu SARIYER

22 Ocak 2010 Cuma





       Sen evinde sıcak yatağında uyuyorsun. 8000 işçi çoluk çocuk ve kadın Ankara'nın ayazında taşta yatıyor. Açlar... Açlık grevindeler. Uyuma!
Aysegul in NewYork kendisini takip eden ve onları takip eden ve zincirleme devam etmesini istediği bütün blogları mimlemiş.... Ve demiş ki,


"Söylenecek sözler sonsuzken aslında lal olmuş kalmışız hepimiz, tam da herkesin üzerinde ki ölü toprağını en zor yoldan kaldıran, en büyük direnişle çekip atan işçiler için..... Madem kelimeler tıkanmış kalmış, gözler görmez, kulaklar duymaz olmuş bari mim mim mim bu kere de bir şey için olsun.... hemencecik görelim hemencecik duyalım diye....."

Ve bende buradan beni takip eden herkesi mimliyorum ve elimizden gelenin en iyisini yapıp Tekelİşçilerine bari bu kadarcıkta olsa destek verelim diyorum....

20 Ocak 2010 Çarşamba

TEK VE TEK BAŞINA-TÜRKAN

Bu güzel çicek Burdur Dağlarında  taşların arasında tek ve tek başınaydı.


           Türkan- Tek ve Tek Başına Ayşe Kulin’in son kitabı. Türkan Saylan’ı hem kendi yazdığı   kitaplarda hem de hakkında yazılanlardan tanımıştık:: Güzel Bilim İnsanı , Çağdaş Yaşamı Destekleme derneği ve Kardelenlerden....

           Türkan-Tek ve Tek Başına’da başka Türkan Saylan var .O liseli bir genç kız ailesinden izinsiz hiçbirşey yapamayan.Annesinin ve kendi dikdiği giysileri giyen .Muktuplar yazan,mektuplar alan.Bizim gibi.Ne güzeldi o mektuplar;sayfalar dolusu neşelerimiz,hüzünlerimiz.Yanıtı için dört gözle beklediğimiz postacımız.”Bak postacı geliyor,selam veriyor…”şarkımız.


             Türkan-Tek ve Tek Başına’da insan,kadın Türkan var .Ben ,sen, o gibi. İdealist ,kendini topluma adamış.Tüm adanmışlıklarla eş, anne, kadın olmayı başarmaya çalışan.Hangimiz başarabildik…Düşündürüyor.

           Türkan-Tek ve Tek Başına sayfalarında Türkan ‘la birlikte koşuyorsunuz yaşantınızdan kesit kesit.Kendinizi buluyorsunuz”aaa bu benim” diyorsunuz.Siz de seviyorsunuz insanları ,cüzzamlı olsalar da hiçbir ayrım gözetmeksizin .Eşinizin istediği her yemeği yapamadığınız geliyor aklınıza .Siz bir yerlere yetişmek için koşarken, çocuklarınız aklınızda mıydı? diye düşünüyorsunuz.Akşam onlara yemek hazırlarken küçük kızınız elinde dergi yanınıza geliyor .Sorusunu okuyor”çabuk yanıtını ver…” diye bağırıyor.Siz dergiyi okumadınız ki,nasıl yanıt vereceksiniz. Büyük kızınız geliyor yanınıza ”Anne !yarın beslenme sırası sendeeee!..listede patetes kızartması var.Ya.. pa.. çak sınnn ! Yarın öğleye yetişecek” .Sen o saatlerde lisenin bilmem hangi sınıfında “Atatürk’ün idelalistliğini” anlatıyor olacaksın. Akşam da derneğin kimbilir hangi faaliyetine katılacaksın.Kalkarsın sabahın köründe otuz kişilik kilolarca patetesi kızartırsın.Türkan’ın börek kızattığı gibi....

           Sayfalarda Türkan  ;hastaları ve öğrenciileriyle ömür boyu iletişim içinde, onları hiçbir zaman unutmuyor. Sen de o sayfalarda;  ben de öğrencilerim ve ailelerini unutmuyorum diyorsun .Geçenlerde; Hasan öğrencin, liseli oğlunu alıp ziyaretine geldi .Otuzyıl öncesi küçük Hasan’la anılar denizinde epeyce yüzdün.Türkan’la mavi yolculuklarda mavi sularda yüzdüğün gibi….

       Tek ve tek başına –Türkan’da kendimde bulduklarımdan birkaçı…Her kadın o sayfalarda kendinden çok şeyler bulacak...

        Ayşe Kulin Cuhuriyet kitap dergisinde "kitabın "tanıtım söyleşisi sonunda diyor ki”Ben bir ara Aylindim ,öyle seslenenler çoğunluktaydı .Şimdi de Türkan devrim başlıyor. Ama tabi nerede o günler ben Türkan Hanım’ın yüzde biri olamam.”
        Ya biz...

     Arzu Sarıyer

15 Ocak 2010 Cuma

NAZIM HİKMET 108 YAŞINDA




1902’de doğdum


doğduğum şehre dönmedim bir daha

geriye dönmeyi sevmem

üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim

ondokuzunda Moskova Komünist Üniversite öğrenciliği

kırkdokuzumda yine Moskova’da Tseka-Parti konukluğu

ve ondördümden beri şairlik ederim.

kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir

ben ayrılıkların

kimi insan ezbere sayar yıldızların adını

ben hasretlerin

hapislerde de yattım büyük otellerde de

açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

otuzumda asılmamı istediler

kırk sekizinde barış madalyasının bana verilmesini de

verdiler de

otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu

elli dokuzumda on sekiz satte uçtum Prag’dan Havana’ya

Lenin’i görmedim nöbet tuttum başında 924’te

961’de ziyaret ettiğim anıt kabri kitaplardadır

partimden koparmaya yeltendiler beni

sökmedi

yıkılan putlar altında da ezilmedim

951’de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün

52’de çatlak bir yürekle dört ay sırt üstü bekledim ölümü

şu kadarcık haset etmedim Şarlo’ya bile

aldattım kadınlarımı

konuşmadım arkasından dostlarımın

içtim ama akşamcı olmadım

hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

başkasının hesabına utandım yalan söyledim

yalan söyledim başkasını üzmemek için

ama durup duruken de yalan söyledim

bindim trene uçağa otomobile

çoğunluk binemiyor

operaya gittim

çoğunluk adını bile duymamış

operanın

çoğunluğun gittiği kimi yerler de ben gitmedim 21’den beri

camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye

ama kahve falına baktırdığım oldu

yazılarım otuz kırk dilde basılır

Türkiye’mde Türkçe’mde yasak

kansere yakalanmadım daha

yakalanmam da şart değil

başbakan filan olacağım yok

meraklısı da değilim bu işin

bir de harbe girmedim

sığınaklara da inmedim gece yarıları

yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında

ama sevdalandım altmışıma yakın

sözün kısaı yoldaşlar

bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da

insanca yaşadım diyebilirim

ve daha ne kadar yaşarım

başımdan neler geçer daha

kimbilir.


HASRET  HALUK IŞIK

11 Ocak 2010 Pazartesi

ONLU YILLAR



         2010 yına girdik,acısıyla tatlısıyla dokuz yılı geride bıraktık.


       İnsan hayatında on yıllar neleri ifade eder.Neler getirmiştir,neler götürmüştür.Hep düşünmüş ve onar onar geriye gitmişimdir...On yıllar insan ömründe belli bir yaştan sonra o kadar kısa duyumsanır ki . Bir yıl gibi gelip geçmiştir.Kimine göre Cahit Sıtkı’nın dediği gibi otuzbeşten sonra,kimine göre ellisinden sonra.Kimine göre daha ileri yaşlar.

        Ben ellili yaşlar demek istiyorum.Dönüp baktığımda ne çabuk geçmiş on yıl.Hani derler ya su gibi akıp gitmiş…Suyun kaynağı bir pınardır. O pınar öyle temiz öyle berraktır ki … O su; yatağı verimliyse ,besleyen damarları güçlüyse, çağlaya çağlaya akar. Deniz olur, okyanus olur. Pınar verimli yataklardan doğup ,yol alırken beslenememişse, onu besleyecek yeni pınarlar buluşamamışsa deniz olamadan okyanus olamadan kuruyup gider. Deniz olabilen hatta okyanus olabilen pınarlara ne mutlu.On yıllarımız insan için ,doğa için ,bilim, sanat için dolu dolu su gibi akıp gitmişse işte deniz ya da okyanus olduk demektir

       İkibinli yılların ilk on yılını burada konu etmiyeceğim.Hünüz tamamlanmadı.Sadece şunu diyebilirim; ikibin yılına girerken ne çok barış dilekleri tutmuştuk. Barış dileklerimiz tutmadı.”Barış” umudumuz olamadı .Savaşlar bitmedi,yeni savaşlar eklendi. Ülkeler,insanlar neden savaşılar? Savaş mı kavga mı?

       Cumhuriyet gazetesinde Behiç Ak bir karikatüründe baba oğulu konuşturuyor. Oğul soruyor “Baba tarihteki çatışmalar haklılarla haksızlar arasında mı?” Baba ”Keşke , ne yazık ki savaşlar genellikle haksızlarla haksızlar arasındadır.” Oğul - ” Yoksa iyiler ile kötüler arasında mı?” Baba- ” Nadiren... Genel de kötüler kötülerle savaşır.Güçlü olan onlardır çünkü.Haksız ve kötü olanlar! “ Oğul- “Peki iyiler ve haklılar ne yapar?” Baba- “Onlar savaşa katılacak kadar güçlü değildir Yavrum,birbirleriyle kavga edip dururlar…”

       Şimdi düşünüyorum onar onar son yüz yıl içinde hangileri savaş hangileri kavga?…

        Doksanlı yıllar, iki kutuplu dünya nasıl tek kutuplu oldu?Irak ,Afganistan ve diğerleri savaştılar mı kavga mı ettiler.Ya bizdeki terör olayları, faili mehul cinayetler…Neyin nesi?...

       Seksenli yıllar, 12 Eylül neyin savaşı ya da kavgası.Atatürkçüğüm diye diye…Baskılar, yıldırmalar, yok etmeler…
     Yetmişli yıllar, “Bizim kuşak” 78 kuşağı ; sevişmeyen,savaşan kuşak…Savaş değilse o kavga niye….

      Atmışlı yıllar ,68 kuşağı “Deniz, Yusuf, Hüseyin ;Mahirler” Tam bağımsız Türkiye!..Kendi yurdunda insanlarına bol gelen “Anayasa”..Daraltma kavgası mı?...

      Ellili yıllar ,Bir dizi müziğinde “Zor yıllar” diyor. Evet zor yıllar… Çok partili döneme geçiş….Menderesli,Bayarlı yıllar..Gerçekten demokrasıye kavuşmuş muyduk. Küçük Amerika hayalleri .Demokrasiye kavuşalım derken “Oltaya Takılan Balık”* olmuşduk da, haberimiz on yıllar sonra mı oldu?


       Kırklı yıllar, Dünya “İkinci Dünya Savaşı” içinde.Savaşanlar Dünyayı yıkıp yeniden kuruyorlardı.Ya Bizde; yokluk ve savaş tehlikesine karşın ,Türk Rönesansı denilen Köy Enstitüleri ve Halk evleri.Özerk Üniversiteler. Yaratılan “Cadı kazanında”* kimler kaynatılıyordu.Neyin kavgası ediyordu.


       Otuzlu yıllar, cehaletle, yokluklarla savaş .”Çıktık mı açık alınla,girdiğimiz her savaştan”…Ülkeyi demirağlarla ördük .Az zamanda büyük işler başardık.

        Yirmili yıllar,”Kurtuluş ve Kuruluş” savaşlarıdır.”Ya istiklal ya ölüm” Yüzyıllar nadiren dahi yetiştirir.Yirminci yüzyılda O dahi Atatürk”ümüzdür.Kurtulmuştuk işgallerden, Avrupa'nın “Hasta Adam”ından.Hasta adam ölmüş ,Gencecik” Türkiye cumhuriyeti” doğmuştu.

       İkibinli yıllar , yine mi” Hasta” ediliyorsunuz? …


1*Emin Değer “Oltaya takılan Balık,Türkiye”

2*Uğur Mumcu “Kırkların Cadı Kazanı”

Arzu SARIYER